Sen De Bir Gün

Sen De Bir Gün

Yazıları ilgiyle okunup takip edilen köşe yazarımız Hilal Genç, 'Sen De Bir Gün' başlıklı yeni yazısını Samsun Son Haber okuyucuları için kaleme aldı.

Sen De Bir Gün

Bir dönem sosyal medyada dönen bir video vardı.

Alzheimer hastası annesine bakan bir evlada; 

"Senin kim olduğunu hatırlamıyor bile. Aynı özlem ve sevgiyle onunla ilgileniyorsun. Bunu yapmazsan farkına bile varmaz" diyorlar,

"O bilmese de ben onun kim olduğunu biliyorum" diye cevap veriyor evladı. 

Eminim çoğumuz izledik bu videoyu ve hepimiz çok etkilendik.

İnsan böyle anlarda hayatı, kendini ve etrafını daha fazla sorguluyor. En azından ben sorguluyorum.

Bazen yaşamın hiçliğini, bazen yaşamın değerini düşünüyorum.  Bazen çok kıymetli, bazen çok anlamsız geliyor herkes gibi yani.

Dünyaya gözlerini açıyorsun, aciz, bakıma muhtaçsın. Tüm ihtiyaçlarını annen ve baban karşılıyor. Her türlü şartlarda sana bakıyorlar. Yediriyor, içiriyor, altını temizliyorlar. Hasta oluyorsun sabaha kadar başını bekliyor, uykusuz geceler, saatler geçiriyorlar. Yemek yedirirken mızmızlanıyorsun, ağzın akıyor, burnun akıyor, siliyor temizliyorlar.

Tüm hayatını sana göre ayarlıyorlar. Sağı-solu kırıyor döküyorsun topluyor, imkanları dahilinde sana en iyisini vermeye çalışıyor, gelirini sana harcamaktan gocunmuyorlar. Tüm sevgisini, ömrünün en güzel yıllarını, tüm zamanlarını sana veriyor, bütün planlarını sana göre yapıyorlar.

Belki de pek çok şeyden vazgeçiyor. Kendini yok sayıyor, sana hayatını adıyor, onunla bağını kopardığında bile, en çok senin iyiliğini ve mutluluğunu istiyorlar.

Sen ne yaparsan yap saçını okşuyor sırtını sıvazlıyorlar.

Tüm bunlar, böylesi bir fedakarlıkla yapılmalı mı? Ayrı bir tartışma konusu olabilir bence ama bugün anlatmak istediğim?

Peki, sonra ne oluyor?

Acizliğimiz bitiyor, iş güç sahibi oluyoruz her ihtiyacımızı kendimiz karşılıyoruz ve artık benim de kendi yaşamım ve hayatım var deyip kendi yolumuza çıkıyoruz. Büyüdüğümüz eve misafir, ailemizle yabancı oluyoruz.

Ve yaşamın doğal akışında sadece bizi dünyaya getirdikleri için her türlü sorumluluğun sahibi olduğuna inandığımız insanlar yaşlanmaya başlıyorlar.

Artık onlar acizlenmeye, hasta olmaya, yürüyememeye, hatta belki en önemli ihtiyaçlarını karşılayamamaya başlıyorlar. Belki elleri kaşık tutmuyor, yemek yerken döküyorlar. Ağızları akıyor, çok soru soruyorlar. Unutuyorlar, sağı solu dağıtıyorlar her işine karışıyorlar.

Senin zamanından çalmaya başlıyorlar. Onlara bakman, hastaneye götürmen, önüne bir tabak yemek koyman gerekiyor.

Bunca işin arasında nasıl zor şeyler değil mi?

Halbuki senin kendi hayatın var.

Bir de senin evinde kalması gerekirse.  Ah bu en zoru.

Ona oda vermek, sürekli ilgilenmek hayatını onunla yaşamak zorunda kalıyorsun. Öyle anlar geliyor ki seni çileden çıkardıklarını, tüm hayatını zorlaştırıp, bütün düzenini bozduklarını düşünüyorsun.

Ne acı değil mi? En büyük vefasızlığı bizi karşılıksız en çok seven insanlara bize ömrünü feda eden Anne ve Babamıza yapıyoruz. Onların hayatından çalıyor ama kendi hayatımızdan ödün vermek istemiyoruz.

Benim yaşlı büyüklerimden sıkça duyduğum ve çok manidar bir söz var.

"Ben senin köyüne gelemem ama sen benim köyüme bir gün geleceksin"

Evet, hepimiz o köye bir gün gideceğiz. Bunun bilincinde olursak bizler de ilerleyen yaşlarımızda daha huzurlu ve mutlu oluruz diye düşünüyorum.

Son olarak, dip not olarak kaydedin isterim.

ÇOĞU ZAMAN YAŞLILARDA MAZİYİ GÖRÜRÜZ. HALBUKİ İYİ BAKSAK ONLAR DA GELECEĞİMİZİ GÖRÜRDÜK.