Yazıları ilgiyle okunan köşe yazarımız Derya Cesur, 'İsimsiz Öykü' başlıklı yeni yazısını Samsunsonhaber okuyucuları için kaleme aldı.
İsimsiz Öykü
Ben köpeğin biriyim.
Kendime hakaret ettiğimi düşünüyor olabilirsin; ama hayır. Siz insanların sıklıkla yaptığı gibi hayvanları alet ederek kendini ya da başkalarını güya bayağılaştıran o söz aktarımlarından birini yapmıyorum. Ben gerçekten, tüm varlığımla köpeğin biriyim.
Biz köpekler siz insanların dünyasında hem çok sevilen hem de aynı derecede aşağılan hayvanlar olmayı nasıl hak etmiş olabiliriz diye uzun zamandır merak ediyorum. Ama bu başka bir anlatının konusu. Şimdi önemli bir konu havlamalıyım.
Hayatım yedi kardeşimle birlikte bir çöp konteynerinin kenarında başladı. Annemiz neredeydi, neden yanımızda değildi bilmiyorum. Birkaç günlük bedenlerimiz açlık ve soğukla savaşıyordu ve gözlerimiz açılıp dünyayı göremeden ölmek üzereydik.
Sonra, ne kadar olduğunu bilmediğim ve sizin ölçünüzde uzun mu kısa mı olduğunu hiç öğrenemediğim bir süre sonra, cennette uyandım. Artık üşümüyordum ve boğazımdan aşağı ılık süt dökülüyordu. Bana göre cennet bundan fazlası değildi. İnsanlarla olan hikâyem orada başladı.
Herkesin, hayatta kalalım diye etrafımızda döndüğü, en şirin sesleriyle sevgi dolu cümleler fısıldadığı ve küçükten de küçük başımızın sık sık okşandığı bir hayat yavru köpekler dünyasında çoğunlukla rüyada bulabildiğimiz bir ayrıcalıktır. Bu yüzden o çöp konteynerinin yanında ölmüş ve köpek cennetine gitmiş olabilir miyim diye arada bir kendimi ısırdığım zamanlar oldu.
Sonunda gözlerimi açabildiğim o an geldiğinde bana şefkatle bakan yetişkin ve yavru insanlar gördüm. Onları seslerinden tanıdım. O seslerden bana en çok mutluluk vereni yavru insana aitti. Onun kucağında kendimi cennetin en üst katında hissediyordum; en yüksek cennette. Sonra haftalar, sonra da aylar geçti. Bir şeyler değişmeye başladı. O zaman cennette bile her şeyin mükemmel olmadığını anladım. Her gün biraz daha büyüdüm ve benimle birlikte ihtiyaçlarım da büyüdü. Daha çok yemek, daha çok yürüyüş, daha çok bakım ve daha çok insan özverisi.
Küçük dişi insan ? ben ona "meleğim" diyorum- sık sık ağlıyor, beni kucağına alıp odasına kapanıyordu. Neler döndüğünü yeterince anlayamıyordum; ancak o ağlayınca kendimi tutamıyor ben de inleyip duruyordum. Bu, işleri daha da zorlaştırdı. Büyük insanlar köpekçe üzülüşlerimden hoşlanmadılar. Karşıma geçiyor, yüksek sesle 'insan'ca bir şeyler söyleniyor ve sonra parmaklarından birini uzatıp sokakla yuvayı ayıran kapıyı gösteriyorlardı. Önceleri inlemek için o kapının önüne gitmem gerektiğini düşündüm, öyle yaptım. Yanlış anlamış olacağım ki yetişkin dişi daha çok söylendi.
Bu olaydan birkaç gece uykusu sonrasında meleğim, adına okul dedikleri bir yere gitmeye başladı. Sabah ondan önce uyanıyor, o gidene kadar peşinde dolanıyor, kapıdan çıkarken onu kederle uğurluyor ve akşam yuvaya dönüş zamanı yaklaştığında kapının önüne uzanıp sabırsızlıkla onu bekliyordum. O yokken yetişkin dişi ile baş başa kalıyordum. Evin içinde sürekli bir odadan diğerine girip çıkıyor, yiyecekler hazırlıyor, gürültülü bir hortumu yerlerde gezdiriyordu. O bunları yaparken yürüyüş zamanım birkaç defa gecikti. Öyle olunca da tuvalet konusu biraz sıkıntıya girdi. Ben de mecburen kapının önüne, saksı diplerine?
İşte bu durum benim için sonun başlangıcı oldu. Büyük dişi için artık ben pek de küçük olmayan bir sorundum. Meleğim okuldan geldiğinde büyük dişi onu karşısına aldı ve insan dilinde bir şeyler söyledi. Meleğim de ağlamaya başladı. O kadar çok ağladı ve bu beni o kadar kızdırdı ki büyük dişiye bir miktar hırlamış ve dişlerimi göstermiş olabilirim. Evde bir de büyük erkek vardı ama o çoğu zaman dinliyor ya da izliyordu. Meleğimi yanına alıp kucaklıyor, sakince konuşuyor, bana bakıyor ve başını iki yana sallıyordu. Meleğim ağlayarak odasına koşarken ona da biraz hırlamış olabilirim.
Sonraki zamanlarda okul denilen yere her gidişinde küçük sahibimi inleyerek uğurladım ve yorulana kadar arkasından havladım. Yuvada kalmak istemiyordum. Meleğim olmadığında orası pek de cennete benzemiyordu. İşte öyle uzun havlamalı anlardan birinde büyük erkek insan tasmamı boynuma geçirdi ve kapıyı açtı. Gezintiye gideceğimizi anlayınca biraz sakinleştim. Meleğimle yürüyüşlerimize genellikle erkek insan eşlik ederdi. Küçük sahibim okul denilen o yere gitmeye başladığından beri onunla nadiren yürüyebiliyordum. Erkek insan benim için üzülmüş olmalıydı. Köpeğin biri olunca başka türlü düşünemiyorsun.
Arabanın kapısını açıp bana içeri girmemi işaret etti. Bu bana garip geldi. Binmek istemedim. Erkek insan tasmamdan güçlü şekilde çekti ve beni arabaya girmeye mecbur etti. Bunları yaparken yüzüme hiç bakmadığını fark ettim. Köpek hislerim cennette bana ayrılan sürenin dolduğunu söylüyordu. Öyle de oldu.
Uzun süre sürdü erkek insan. Tanımadığım sokaklara girdi. Sonra durdu, arabadan çıktı, kapımı açtı, beni dışarı çıkardı. Tasmamı nazikçe çözdü, çömeldi, başımı okşadı ve yeniden arabaya binip gitti. Bir çöp konteynerinin yanındaydım. Yedi kardeşimle birlikte yaşam ve ölüm arasında durduğum, bir çift sıcak elin bana uzanıp hayatımı değiştirdiği o soğuk kış akşamında olduğu gibi. Beni almış, yavrusuna götürmüş, ona hediye etmişti. Beni soğuk bir cehennemden ılık bir cennete çekmişti. Aynı el beni aldı, başladığım yere getirip bıraktı. Dönmeyeyim diye uzağa, çok uzağa?
İşte bu beni çok acıttı. Açlıktan ya da donmaktan daha çok. Olmadığını düşündüğünüz hislerim içime sığmaz oldu. İnledim, inledim? Günlerce yemeden, içmeden ve hiçbir yere gitmeden inledim. Gelip beni almalarını ümitsizce bekledim. O günden sonra meleğimi hiç görmedim.
Ne yapmalıydım?
Nereye bakmalıydım?
Kime şikâyet etmeliydim?
Bir oyuncak niyetiyle alınmış ve işler biraz zorlaşınca sokağa geri bırakılmıştım. Sokakta ne yapılır, yemek nereden bulunur, nerede uyunur bilmiyordum. Sonra başkalarını gördüm. Bir hevesle sahiplenilmiş ve bir gün bir sebepten kaldırımlara bırakılmış diğerlerini?
İnsanlar mutsuz olduklarında, zarar gördüklerinde, incindiklerinde bir yerlere yazılar yazıyorlar, sokaklarda toplanıp yürüyorlardı. Uğradıkları haksızlıklara türlü yollardan itiraz ediyorlardı ve bu ara sıra işe yarıyordu. Ara sıra? İnsanların dünyası, insanlar için bile yeterince adil ve kolay değildi. Peki ya köpekler?
Bir kimlik belgemiz yoktu. Bir adımız varsa da sokakta bunu kimse bilmiyordu. Bir aile değildik. İnsanlar dilediğinde onlardan biri gibiydik fakat dilemediklerinde mahkemelerde "İtirazım var hâkim bey!" diyemiyorduk. Evlerde sevilen, sokaklarda uzak durulandık. Evlerde aşılı, bakımlı; sokaklarda kirli, uyuzlu, kuduzluyduk.
İkisini de gördüm ben. Cennetten kovulup yeryüzüne düştüm. Sevildim, sarıldım, yerlerde tasasızca yuvarlandım ve derken itildim, dövüldüm, taşlandım, aç kaldım, yara aldım.
Bir çöp konteynerinin yanından sesleniyorum sana sevgili insan. Yaşlı, hastalıklı, kirli ve sefil gerçekliğimden havlıyorum. Bir canım ben de. Doğuyorum, acıkıyorum, seviniyorum ve üzülüyorum. Benim için de yaz bir yerlere, bir yerlerde benim için de bağır; az kaldı, ölüyorum.
Derya CESUR