Samsun Son Haber Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Bilik yazdı; 'Öz vatanında garipsin, öz yurdunda parya'
1783'te Kırım'ın Rusya'nın eline geçmesiyle Anadolu'ya ilk büyük Müslüman göçü başlamıştır.
1864 yılında yoğunlaşmak ve başta Adığeler ve Abhazlar olmak üzere, Kuzey Kafkasya halklarının Osmanlı topraklarına yönelik zorunlu göçleri sonunda bir milyonun üzerinde bir nüfus Osmanlı topraklarına yerleşmiştir.
Milyonluk başka bir göç dalgası da Acaralılar'ın (Gürcü) göçüdür.
Arnavutlar ilk olarak Fatih Sultan Mehmet devrinde (1468) İstanbul'a getirilmiş, Arnavutköy'e yerleştirilmiştir. Balkanların kaybından sonra gelenlerle beraber günümüz Türkiye'sinde 5 milyon Arnavut yaşadığı tahmin edilmektedir.
Polonya'nın Rus topraklarına katıldığı 1830 yılından sonra göç eden 10 bin kişiden bir kısmı Osmanlı Devletine gelmiştir. Polonezköy bu muhacirlerin kurduğu yerleşim birimidir.
Cumhuriyetten sonra ilk göç hareketi Yunanistan'dan olmuştur. Lozan anlaşmasının mübadele maddelerine dayalı olarak 1922-38 arası 384.000 Türk, öz vatanı olan Türkiye'ye göçmüştür. Bundan sonra da Romanya, Makedonya, Yugoslavya, Bulgaristan derken
Balkanlardan göç durmamıştır. Elbette zaten bu kişiler bizim soydaşımızdı.
1979 İran Devriminden sonra 1 milyon kişi (Azeri ve Fars) Türkiye'ye göç etmiştir. Yani Anadolu'ya son iki yüzyılda 6 milyon kişi göç etmiştir.
Şimdi ise 2 yüzyılda yaşanan göçün tamamı kadar Suriye ve Afganistan'dan göç yaşandı. Fakat bu göç diğerlerinden çok farklı.
"Ne olursan gel" diye zora düşmüş herkesi bağrına basan Anadolu artık zarar görüyor.
Suriye'den 1945, 1951, 1953 ve 1967 yıllarında toplu göçler olmuştur.İskenderun, Kırıkhan ve Adana şehirlerine iskan edilmiştir. Fakat 2011 yılında başlayan Suriye İç Savaşı sonucunda Türkiye'ye 5 milyon mülteci kişi göç etmiştir. Dünyada hiçbir devlet kendi nüfusunun yüzde beşi civarında bir sığınmacı topluluğu ülkesi içine dahil etmedi etmez. Savaş sebebiyle bir ülkeden kitlesel kaçışlar olmuşsa bu insanlar genellikle sınır bölgelerinde ve çoğu zaman BM yetkililerinin gözetimindeki kamplarda misafir edilirler ve ilk fırsatta da geri gönderilirler.
Bizde ise göçmenler, sığınmacılar adına ne derseniz deyin içimizde yaşıyorlar. Çoğu işsiz, mesleksiz. Nüfus planlaması dertleri de yok. Türkiye'de yaşananlar kavimler göçü dönemini andırıyor ve planlı biçimde bize getiriliyorlar. Özellikle Afgan göçünün Amerika'nın isteği olması ilginç. Üstelik gelenler Türk kimliğine örf adet ve ananelerine yabancı insanlar.
Bütün bunlar beka ve asayiş sorunlarını da beraberlerin de getiriyor.
Kocaeli'de Afganistan uyruklu A.M.(20), takip ettiği A.A.yı (17) ormanlık alana çekip cinsel istismarda bulunmaya çalıştı. A.M., genç kızın direnmesi üzerine taşla başına vurdu. Doktorlar ağır yaralanan genç kızın yüzde 97 engelli kalabileceğini söylüyorlar.
İstanbul Bağcılar'da yaşanan olayda, bir Afganistan uyruklu erkeğin 10 yaşındaki bir kıza cinsel istismarda bulunduğu ortaya çıktı. Çocuğun annesi şu sözler ile isyan etti: "Buradan devlete sesleniyorum. Nasıl alıyorsunuz siz bunları bizim ülkemize? Suyumdan elektiriğimden çöpümden vergi alıyorsun. Sen bunları bizi taciz etsin diye mi ülkeye alıyorsun? Ben çocuğumu bakkala gönderemezsem, sokakta oynatamazsam benim çocuğum bu ülkede nasıl yaşayacak? Kimliği bile yok belki bu insanların nasıl kalabiliyorlar benim ülkemde?"
Ankara'nın Altındağ ilçesinin Battalgazi mahallesinde dün akşam Suriyelilerin bıçaklı saldırısı sonucu yaralanan iki kişiden birisi olan Emirhan Yalçın hastanede hayatını kaybetti.
Bunlar son dönemde yaşanan bir iki olay öncesi ve daha fazlası da var elbette.
Biz Türk milleti olarak elbette zorda olana kapımızı açarız. Ama şimdi kapımızı kime açtığımızı bilmiyoruz. Tacizci mi tecavüzcü mü? Ülkesinde sabıkalıydı da kaçtı mı? Türkiye'ye gelenlerin arasında katili, hırsızı, uğursuzu mu var bilmiyoruz.
İşte bu yüzden son günlerde başta Suriyeliler olmak üzere mültecilere yönelen tepki, yaşanan uyum sorunları ve bunların toplumda yarattığı rahatsızlık artık daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Yoksa başta Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan olmak üzere kimsenin ırkçılık yaptığı yok.
Üstelik bunlar nasıl savaştan kaçan göçmen ki bayram tatillerini ülkelerinde geçirmeye gidiyorlar? Biz kendi ülkemizde vergi batağında çırpınan esnaflarız, Suriyeliler iş yeri açtığında vergi ödemiyor. Bizim askerimiz Suriye'de şehit olurken Suriyeliler parkta bahçede nargile keyfinde. Bütün bunlar iç savaştan kaçan mültecileri misafir olarak kabul eden anlayışın yerini tahammülsüzlüğe bırakmaya başlamasına neden oldu.
Ben "Din kardeşliği muhâcir - ensar" edebiyatı yapan herkesin evine bir sığınmacı almasını istiyorum. Bunu yapmayan kimse duygu sömürüsü de yapmasın. Bugün yukarıda yazdığım olayların biri dahi kendi çocuğunun başına gelse ne muhacir ne ensar dinlemeyecek olanlar tuzlarının kuru olduğunu düşünüyorlarsa 'Bugün bana yarın sana' olacak.
Elbette dün akşamdan beri Altındağ'da masum olan Suriyelilerin de ne halde olduğunu görmezden gelemeyiz. Hepsi endişe içerisinde hele o masum çocuklar en çok da zararı onlar görüyor. Tamam Suriyelilerden yada Afganlardan hoşnut olmayabiliriz. Ama onlara karşı vandalca davranmaya da hakkımız yok. Ben sadece dünkü olayların da ardından belirtmek istiyorum ki bu misafirlik fazlaca uzamıştır. Şimdi ev sahibi olarak bize düşen kibarca ve nazikçe misafirlerimizi uğurlamaktır. Dün akşam Altındağ'da olduğu gibi Alman ırkçılarının yaptıklarını yapıp ev taşlamak, yakmak vs. bunlar Yüce Türk Milleti'ne yakışır hareketler değil. Ama daha derin ve büyük olayların yaşanmaması adına da bugünden itibaren ülke olarak artık Suriye hükümeti ile uzlaşarak tıpkı Ürdün ve Lübnan’a sığınan Suriyelilerin geri gönderildiği gibi, Türkiye’dekilerin de geri gönderilmeleri konusunu değerlendirmemiz gerekiyor.