Milli Takım ve Samsunspor'un unutulmaz kalecisi Fatih Uraz, sosyal medya hesabından bir 20 Ocak 1989 yazısı yayınladı. İşte, kaza sırasında kendisi de otobüste bulunan Uraz'ın yazısı.
Her 19 Ocak sabahı “Elde var yine hüzün” diyerek20 Ocak’la ilgili bir şey yazmama kararı alır ve 5 dakika geçmeden kâğıda-kaleme sarılırız…
Samsun’a ve yörenin vefalı insanına duyduğumuz sevgidir muhtemelen bunun nedeni…
Belki de Rıfat Ahmet’in “Mümkün mü unutmak güzelim, neydi o akşam” dizelerine nazire yaparak “Hazin sonlansa da ne mümkün o şaşalı günleri unutmak” demek istiyoruzdur içten içe, kim bilir…
“Seçtirinceye kadar bıkıp usanmadan “Özarı uyuma - Fatih Milli Takıma” tezahüratıyla statları inleten; gümrükte bekleyen eldivenleri hafta sonu giyelim diye paketini yırtıp veren; gerek yurt içinde gerek yurt dışında tanıdığı an ‘hemşehrim nasılsın?’ deyip çaya-kahveye-yemeğe davet eden; Çiftlik Caddesini GS galibiyeti sonrası trafiğe kapatan; 7 yılın ardından 19 Mayıs Stadyumu’na ilk ayak basışta alkış sağanağıyla onurlandıran; araçta annemizin olduğunu tesadüfen öğrenince güzergâh değiştirip gideceği yere bırakanlara sevdamız asla bitmez.”
Umumun aksine doğum-evlilik-ölüm gibi seneyi devriyelere sıcak bakmayız çünkü 365 günde bir hatırlama adil değil! Gönül tellerini titretenler her şart altında daha sık yâd edilmeli…
32 yıl önce yürüyerek bindikleri otobüsten omuzlarda inen Mete’yi-Tomiç’i-Muzaffer’i-Asım Özkan’ı; onlardan önce-sonra Hakk’a yürüyen Nasır’ı, Rahmi-Hasbi Menteşoğlu başkanları, Gozgoz Yılmaz’ı, Yılmaz Demirhan’ı, Sedat Ustayı, Malzemeci Özer’i, Kemal Dikmen’i, Yüksel Özan’ı, en tatlı idareci Kemal abiyi unutmamaya gayret ederiz…
Bir kez kırmadığımız bir kez kırılmadığımız Nuri Asan’ınsa Allah'ın bildiğini kuldan niye saklayalım, kalbimizde ve dualarımızda müstesna bir yeri vardır…
1987’de bir kamp esnasında “Hocam, Barcelona’yı çalıştırken Samsun’dan teklif alsaydın, ne yapardın?” sorusunu bizzat sormuştuk ona ve “Gelirim” cevabını alınca nasıl bir aşkla çalıştığı öğrenilsin diye önümüze gelene anlatmıştık…
Maç sabahları muhakkak anne-babasının kabrini ziyaret eder, dış saha maçlarında en yakın mezarlığın yolunu tutar, Büyük Cami’de Kur’an okuyan minik yavruları dinlemeye bayılırdı. Ve bir kerecik olsun özel idman isteğimizi reddetmemişti…
Hurda araçta yaşama birlikte tutunduğumuz Kaptan Emin’i, Erol’u, Burhaneddin’i, Şanver’i, Kâsım’ı, Mustafa’yı, Yüksel’i, Ercan’ı, Caner’i, Orhan’ı, Hakkı’yı, malzemeci Halil’i ise arayıp soramıyoruz! Elimiz de telefona gitmiyor, acıları da depreştirmekten çekiniyoruz…
1988’de A Milli Takım 5 maç oynarken 450 dakikanın 449’unda kaleyi biz korumuştuk. Futbola başlamamızın tek amacı milli takımda oynamak iken bir kamyon bir kaç saniyede o defteri kapatmış ve 2 ayı hayli zorlu sağlık mücadelesinin ardından 8,5 ay sonra Adana’da ilk resmi maçımıza çıkabilmiştik. Oysa Emin’le Erol çok sevdikleri meşin yuvarlağa ebediyen hasret kalacaktı ve asıl çile onlarınkiydi. Kolay mıdır eli-ayağı tutmayan dostlarınıza cevap ortadayken “nasılsınız?” diye sorabilmek…
Gençlerden Ercan ve Şanver beklendiği üzere patlama yaparken büyük yeteneklerine karşın Mustafa’nın, Yüksel’in, Caner’in zirveye çıkamayışı da halen üzüntüdür içimizde…
Hoş bir anıyla noktayı koyalım; 6 yıl süren ABD macerası dönüşü küçük oğlumuzun koleji kepenkleri indirince İzmit’te tavsiye edilen liseye gidip müdürün kapısını tıklattık. İçerisi kalabalık, veliler telaşlı, muhatabımız nazik ve güleryüzlüydü. Fırsat bulur bulmaz meramımızı arz ederken nereden estiyse soracaktık;
- Müdür bey nerelisiniz?
- Samsun’luyum
- Futbolu sever misiniz?
- Hem de nasıl
- O ihtişamlı yıllarda maça gider miydiniz?
- Giderdim tabii, Fatih Uraz’ı çok seyrettim!
Sakince cüzdandan çıkardığımız ehliyeti uzattık. Haliyle bu da nedir şimdi dercesine şaşırarak aldı, önce elindekine sonra yüzümüze dikkatlice baktı ve aniden ayağa kalkıp 40 yıldır görmediği ahbabı gelmişcesine sarılıverdi. Okul numarası olarak 55’i verirken 2 sene boyunca öylesine yakından ilgilendi ki hiç mübalağasız söylüyoruz ufaklık seneye mühendis çıkarsa (kaldırım değil elektronik!) evvela Yaradanın izniyle, sonra Mehmet Çelebi ve hocaların ihtimamıyla, nihayetinde kişisel gayretiyle olacak…
Havza’da gözümüzü açar açmaz yanımızda gördüğümüz, gece yarısı sonda bulup getirmesi bir yana, ayağımızın alçıya alınmasından dizimizden 1 lt su çekilmesine kadar her ihtiyaç duyuşta yanı başımızda bulduğumuz Ferruh abiye(Atalay), OMÜ Tıp Fakültesinde üzerimize öz evladı gibi titreyen başta rahmetli Dekan Mete Kesim olmak üzere tüm sağlık çalışanlarına, evinde çorba-yemek yapıp hastane odasına getirenlere, duasını esirgemeyenlere, Cumhuriyet Lokantasının leziz yemek ve tatlılarını taşımaktan yorulmayan Yakup’a (Kunt), daha ilkokul öğrencisiyken öldüğümü duyunca(!) okuldan kaçıp ağlaya ağlaya eve giden Alparslan'a (Çolaklar) derken Samsun’a ve Samsunlulara selam olsun; son nefese kadar kalbimdesiniz…
Allah’ın rahmeti yaşayan ve ahirete giden tüm güzel insanları kucaklasın…
Fatih Uraz