Haftanın kitabında sizlere Tarık Tufan'ın Kaybolan adlı romanını tanıtacağız.
"Bazı acılar var ki onlardan kurtulabilmek için insanın çaba sarf etmesi yetmez; unutmaya çalışmak, zamana bırakmak yahut kabullenmek, yüzleşmek, üstüne gitmek beyhude, ne yapsan geçmez. Kurtulmanın tek yolu o acının seni terk etmesini beklemek; bazen insanlar kadar acılar da yorulur ve giderler." "
Aslına bakarsanız Tarık Tufan ın Kaybolan adlı romanında bunun gibi pek çok aforizma var. Bir bölümünün altını çizme ihtiyacı hissediyorsunuz. Ancak belki de romanı en iyi anlatan aforizma yahut cümleler dizisi bunlardı. Çünkü roman kabuk bağlamayan yaralar, dinmeyen acılar üzerine kurulmuştu.
"Gökyüzü gibidir çocukluk, asla bir yere gitmez" dizelerinin birer yansıması gibiydi. Baktığımız zaman romanda dört karakter ön plana çıkıyor. Bunlar Hakan, Yıldız, Sonay ve Reha Bey... Birbirlerinden farklı karakterler olsalar da hepsinin ortak özelliği çocukluk yılları...
Evet, çocukluk gerçekten insanın bütün hayatını etkileyen bir kavramdır. Nasıl bir çocukluk geçirildiği, nelerle karşılaşıldığı, ruh hali, aile, çevre, akraba ilişkileri, kırılganlıklar, güçlü ve zayıf yanlar... Ben bir psikolog değilim.
Tarık Tufan kendine has üslubu olan bir kalem. Başlangıcına göre elbette aşama kaydetti. Bu da olması gereken bir durum olarak görülüyor. Eserleri biraz daha hacimli olmaya başladı. Uzun hikayeler romana doğru evriliyor.
Tufan ile ilgili birtakım eleştiriler de var elbette. Mesela sanki hep aynı romanı anlatıyormuş, isimler değişse de anlattıkları şeyler aynıymış hissi vermesi... Özellikle erken ölen anne, erkek kahramanın ruh dünyası, tasavvufi cümleler gibi... Bu bir eleştiri konusu olabileceği gibi aslında bir başarı kriteri de sayılabilir. Çünkü bir tarzı olduğunu gösterir ama bütün bunlar bir araya geldiğinde bazı eserlerinin birbiriyle karıştığını bile söyleyebiliriz.
Kaybolan, kırk yaşına girdiği gün bir anda hayatının en önemli kararını veren ve hem işini bırakan hem de adeta kaybolmaya çalışan bir adamın hikayesi ile başlıyor. Hakan İstanbul'da yaşayan, on beş yıldır aynı iş yerinde sigortacılık yapan ve bunalımların eşiğinde hatta çoğu zaman içinde olan bir adamdır. Karısı Yıldız'la sıradan bir evliliği vardır. Fakat maalesef bir türlü çocukları olmuyordur.
Sonra romanda Yıldız devreye giriyor. Onun da çocukluk yaraları var. Tıpkı Hakan gibi... Hangisinin daha çok, bilinmez. Romanın ilerleyişi sırasında Hakan'ın ve Yıldız'ın bu yaraları ortaya çıkıyor ve yazar bunları gayet başarılı bir şekilde anlatıyor.
Romandaki diğer iki karakterse Yıldız ve Hakan sayesinde kendilerini gösteriyorlar. Reha Bey, Yıldız'ın babası; klinik bir vaka. Roma'nın belki de antikahramanı ancak onun da çocukluk yaraları var.
Sonay ise bir anda romana giriyor ve okuru alıp götürüyor. Bir bakıma Hakan'ın da karanlıktaki feneri olmaya başlıyor.
Modern zamanda, büyük şehirlerde yaşayan insanların, bir bakıma apartman sakinlerinin hikayesi de diyebiliriz. Bu roman yirmi üç farklı bölümden oluşuyor. Ancak Tarık Tufan'ın kendine has üslubu okuyucuda hem merak hissi uyandırıyor hem de romanın beklenenden daha çabuk gitmesini sağlıyor. Bu anlamda başarılı bir eser olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Roman, Tarık Tufan'ın kendine has cümlelerinin sarıp sarmaladığı, bunalımları anlatan ama okuru bunalıma sokmayan, hepimizin hayatında yer edinebilecek çıkmazları, hisleri, duyguları ve kaybolma isteklerini de barındıran bir hikayeler toplamına sahip. Şehirli bir hikaye diyebiliriz.
Evet gerçekten bazı acılar var ve bunları unutmak hiç de kolay değil...
Bir de, "Unutunca yaralar kapanır mı?"
