Haftanın Kitabı / Yaban

Haftanın Kitabı / Yaban

Haftanın kitabında sizlere Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Yaban adlı romanını tanıtacağız.

Yaban, başarılı birroman, etkileyici, sürükleyici. Bir kolu kesilmiş, eski bir subayınPorsuk Çayı civarındaki bir köyde,Kurtuluş Savaşı yıllarındaki inziva hayatını ve genç bir köylü kıza aşkını anlatır. Yalnız, Türk köylüsüyle ilgili bazı ifadeler, düşünceler nedeniyle eleştirilen bir eserdir.

Bu kısa değerlendirmenin ardından geniş incelemeye geçelim.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nunYaban romanıbir tezli romandır ve araya belki de klâsik bir romanda olmaması gereken cümleler işlenmiş. Yine de Yaban'ın önce teknik boyutuna baktığımızda başarılı bir roman diyebiliriz. Bir günlük yazımı şeklinde kurgulanmış bir roman. Yani bir kişinin günlüğü bulunuyor ve bu günlük okunuyor, bu günlük üzerinden roman devam ediyor. Bu da romana gerçekçilik hissi veren bir tekniktir. Bu anlamda iyi bir kurguya sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Yunan işgal ordularının çekilmesinin ardından Türk köylerindeki mezalimi belgelendirmek için bir tetkik komisyonu kuruluyor ve bu komisyon, köyleri gezerken harabeler arasında bir günlük buluyor. Bunun sahibinin kim olduğunu köylülerden öğreniyorlar ama bu kişi, "yabanın biriydi" şeklinde tarif edilir.

Peki kimdir bu? Ahmet Celal adlı bir Türk doktoru aslında fakat I. Dünya Savaşı'nda cephelerden birinde sağ kolunu kaybetmiş, kolsuz kalmış. Köylüler için onun kolunu nerede ve niçin kaybettiğinin bir önemi yoktur. Ahmet Celal, emir eri olan bir askerle birlikte onun köyüne geliyor. Çünkü İstanbul işgal altında olduğu için işgalde durmak istemiyor. Bu köy, Porsuk Çayı havzasında, Ankara'ya biraz daha yakın bir konumda bulunan bir köydür ve ismi verilmiyor.

Romanın yıllardır tartışılan kısımları şunlar: anlattığı Anadolu köyü, Anadolu köylüsü gerçekten tam olarak böyle miydi? Milli Mücadele yıllarında tartışılan konu bu, çünkü köy sadece milli ve manevi değerler açısından değil ahlaken de müflis bir durumda. İnsani değerleri bile yok! En basiti, Emine'nin yıllar sonra, harp edip esir düştükten ve öldü bilindikten sonra birdenbire köye geri gelen babası Şerif Çavuş ile karşılaşma anı... Ne bir babalık duygusu var ne bir kız çocuğu var! Bir merhamet yok, sevgi yok, köyde kimsenin kimseye bir sevgisi yok. Yani Afrikalı ilkel kabileler gibiler. Duygular bakımından da böyle, ruhsuz, az konuşan, duygusuz mahluklar. Hakikaten bu kadar olabilir mi? Yani bu eleştiriliyordu; bunun dışında da Millî Mücadele'ye köyün bakışı eleştiriliyordu. Köylünün umrunda olmayan, kendini düşünen bir yapısı var.

Anadolu köylüsü böyle miydi? Tabii daha sonra Tarık Buğra'nın Küçük Ağa'sında gördük pek de öyle olmayabileceğini...

Yakup Kadri romanı 1932'de yayınlamış, bu önemli bir şey. Neden önemli? Çünkü üzerinden zaman geçtikten sonra yazmış. Yani kafasında bazı şeyleri oturtmuş. Yeni Türk devletinin politikasını da netleştirdikten sonra biraz da bu politika üzerine kurgulanmış olabilir.

Bu arada çizdiği profilden o da çok memnun değilmiş gibi. Çünkü izah etme gereği duyuyor. Evet diyor, böyle böyle anlattım ama sonra da diyor ki, bunun biz aydınlanların suçu olduğunu gördüm. Köylünün bir suçu olmadığını biliyorum diye biraz da kendini savunma çabası içerisine girmiş gibi.

Roman gayet başarılı, politik tarafına baktığımızda da tartışılır ve tartışılmaya devam ediyor. Yıllarca devam edecek gibi duruyor. Orada, köylülerin Milli Mücadele'yi idrak edememeleri aslında normal. Çünkü onlara da empoze edilen bir taraf var. İşgal orduları ile alakalı Mustafa Kemal Atatürk ve Kuvayi Milliye ile alakalı farklı propagandalar var ve insanların bu nedenle taraf seçme konusunda yanlış tutum sergilemeleri gayet normal ama orada "bunlar kurtarılmaya bile değmez" fikri işlenmiş gibi duruyor. Nitekim işgal kuvvetleri geldiğinde de, Yunanlar köyde mezalim yapacaklar.

 yaban