Haftanın kitabında Rafet Elçi'nin Şair romanından söz edeceğiz.
Şair, pek bilinen bir roman değil. Okumadan önce yapılacak kısa bir araştırmanın ardından yüksek puanlar aldığını ve beğenildiğini de fark edeceksiniz. “Yüzyılın Romanı” olduğunu iddia edenler de var; Amin Maalouf’un Semerkand’ına karşı “doğunun cevabı” diyenler de…
Peki, sahiden öyle mi?
Yüzyılın romanı olup olmadığı genel bir konudur lakin çok başarılı bir roman olduğunu söylemek lazım. Semerkand’ın Doğulu cevabı mıdır derseniz de, neden olmasın diyebiliriz.
Bir romana, kitaba, filme başlarken onunla ilgili söylenen şeyler beklenti oluşturabiliyor. Şayet eserle ilgili söylenenler, gerçekliğin üstündeyse beğeni seviyeniz düşebilir. Şair için böyle bir şey diyemeyiz. Duyup, okuduğunuz övgülere layık bir romandı.
Ortalama bir kitap okuru için en büyük handikapı, hacmi olabilir. Çünkü 544 sayfalık bir eser. Ancak sıkı ve düzenli okurlar iyi bilirler ki, bir kitabın hacmi bir yere kadar önemlidir. Şair de hacmine rağmen kendini okutabilen bir roman.
Şair, Hz. Muhammed döneminde geçiyor. O’nun peygamberliğini ilan ettiği dönemler olduğuna ve Bedir ile Huneyn Savaşları arasını kapsadığına göre demek ki, 610-620 dönemi… Arapçanın en büyük ve genç iki şairi Zeyd ile Tuleyle’nin, o coğrafyanın en güzel kızı Sara için girdikleri bir şiir yarışması var. Sonrasında, Arabistan çöllerinden İran Dağları’na, Türkistan bozkırlarından, Kafkas illerine uzanan muazzam bir, hatta birkaç hikâye…
Rafet Elçi, dönemin coğrafyasını, toplumlarını ve kültürlerini çok başarılı bir şekilde yansıtmış. Arap kabileleri arasında başlayan roman, zaman içinde Farsların ülkesine, oradan da Türk illerine uzanıyor. Bu süreçte sultanlar, beğler, komutanlar, cariyeler, tüccarlar, köleler, esirler, kadınlar, askerler, atlar, develer ve tabii şairler ile aşıklar anlatılıyor.
Bir romanın başarısını belirleyen pek çok unsur vardır. Onlardan birisi, roman bittiğinde, bütün o sahnelerin gözünüzde canlanıyor olması ve adeta bir film seyretmiş gibi hissetmenizi sağlamasıdır. Şair, bunu başarabilen romanlardan birisi…
Şiirin gücü, belagatın derinliği oldukça iyi verilmiş. Dönemin lisanları arasında Arap dili ve Fars dilinin nasıl büyük bir edebiyat kapısı olduğunu, buna mukabil Türkçenin pratik bir dil olup, Türklerin hayat tarzlarının özgünlüğünün oldukça güzel anlatıldığı bir roman olduğunu söylemek lazım.
Sara’nın büyülü güzelliğini derinden hissetmekle kalmıyor, Zeyd’in asaleti ve büyük aşkı, Tuleyle’nin ihtirasla karışık muazzam aşkı ve Çiçek’in bozkır kızlarına özgü emsalsiz bekleyişi… Elbette tüccar Rüstem’de Farsları, Binbaşı Tonga'da Türkleri görebiliyoruz. Roman Peygamber Efendimiz’i de işleyen ancak onu merkeze almayıp, onun çevresinde gelişen hadiseleri kenardan gözleyip anlatan, özel bir dile de sahip. Bir Türk ailesinin o dönemde nasıl olduğundan tutun da, Bizans’tan Avarlara kadar bütün o coğrafyayı ilmek ilmek işleyen bir roman…
Elbette şiiri ve şairliği ön planda tutuyor olmasından kaynaklı, şahane aforizmaların da olduğu bir roman…
Ezcümle, çok başarılı bir eser Şair. Hitabetin, sözün kıymetini vurguluyor ve ne diyordu?
“Bir şairin, dilini anlamayan insanların arasına karışması ne demektir, bilir misiniz?”