Samsun Barosu Başkanı Av. Kerami Gürbüz, 15 Temmuz darbe girişiminin 3. yıldönümü nedeniyle basın açıklamasında bulundu.
Devletin özellikle Türk Ordusunun içine çöreklenmiş başını FETÖ/PDY'nin çektiği bir hıyanet şebekesinin bundan 3 yıl önce devleti ve milleti kuşatmaya yönelik kalkışmasının, milletin feraseti, basireti ve cesareti ile püskürtüldüğünü hatırlatan Baro Başkanı Gürbüz, 'Bu kahramanca direnişte can veren 251 şehidimize Allah'tan rahmet, yaralanan yaklaşık 2200 gazimize de şifa diliyoruz' dedi.
Av. Gürbüz, 'Devletin hemen hemen her kurumuna sızmış olduğu anlaşılan FETÖ ve benzeri tüm terörist unsurlar, devletten tabii ki temizlenmelidirler. Ancak bu temizlik titizlikle masumun mağduriyetine sebebiyet vermeden yapılmalıdır. Nitekim bu kapsamda binlerce kamu personeli mesleğinden ihraç edilmiştir. Ancak bu ihraçların tamamına yakınının ilgililerin savunması dahi alınmadan yapılmış olması ve bu insanların büyük çoğunluğunun hangi eylem ya da eylemleri nedeniyle terör örgütüyle irtibatlı olduklarının somut bir şekilde açıklanmamış olması insanları suçsuzluğunu ispat etmek gibi bir durumla karşı karşıya bırakmıştır. Hâlbuki hepimizin bildiği gibi esas olan ve olması gereken suçsuzluğu değil, suçluluğu ispat etmektir. KHK'larla kamu görevinden ihraç edilenlerin başvurması için ihdas edilen Olağanüstü Hal İşlemlerini İnceleme Komisyonuna 28.06.2019 tarihi itibariyle 126 bin 200 başvuru yapıldı. Komisyon tarafından bugüne kadar verilen karar sayısı 77 bin 900 dikkate alındığında, incelemesi devam eden başvuru sayısı 48 bin 300'dür. 22 Aralık 2017 tarihinden itibaren karar verme sürecine başlamış olan Komisyon tarafından, 28.06.2019 tarihi itibariyle verilen karar sayısı 6 bin kabul, 71 bin 900 ret olmak üzere toplam 77 bin 900'dür. Buna göre, komisyonun karar vermeye başladığı tarihten itibaren 1,5 yıllık süre içerisinde toplam başvuruların yüzde 61'i hakkında karar verilmiş bulunmaktadır. Olağanüstü Hal İşlemlerini İnceleme Komisyonunun 7 üyeden oluştuğunu göz önüne aldığımızda karar verilen 77 bin 900 başvuru nedeniyle dosyaların eşit bölüştürüldüğünü varsaysak her bir üyeye 11 bin 128'er dosya düşmektedir. Komisyonda 80 raportörün görev yaptığını göz önüne aldığımızda ise her bir raportöre 973 dosya düşmektedir ki bu durumda, raportörler cumartesi-pazar da dahil hiç izin kullanmadan ya da tatil yapmadan çalıştıkları takdirde günde iki dosya hakkında rapor düzenledikleri anlamına gelmektedir. İzin ve tatiller ilave edildiğinde ise günlük incelenen ve rapora bağlanan dosya sayısı haliyle artmaktadır. Nitekim komisyon da resmi açıklamasında 28.06.2019 tarihine kadar toplam 475 bin 000 sayfa evrakın incelenip, tanzim ve tasnif edildiğini beyan etmektedir. Bu durumda da her bir komisyon üyesinin payına 67 bin 857 sayfa, her bir raportöre ise 5 bin 937 sayfa evrak düşmektedir. Bu şartlarda komisyonun ne kadar sağlıklı çalışabildiği, her bir başvuruyu ne kadar titiz inceleyebildiği doğal olarak tartışılır. Komisyon tarafından 28.06.2019'a kadar karar verilen başvuruların yüzde 7,7'si kabul edildiği halde yüzde 92,3'ü ise reddedilmiştir. Reddedilen başvurular için başlangıçta sadece Ankara 19. ve 20.İdare Mahkemeleri görevli ve yetkili iken 07.09.2018 tarihli HSK kararı ile bu mahkemelere Ankara 21. ve 22.İdare Mahkemeleri de ilave edilmiştir. Olağanüstü Hal İşlemlerini İnceleme Komisyonunun reddettiği 71 bin 900 başvurunun hepsinin yargıya götürüleceğini varsayarsak bu takdirde bu konuda görevli ve yetkili dört mahkemeden her birine 17 bin 975'er dosya düşecektir. Bir mahkeme açısından bu sayıda dava dosyasının makul, kabul edilebilir bir sürede bitirilip karara bağlanabilmesi mümkün değildir. Kısa sürede karara bağlanmaları halinde ise dosyaların titizlikle incelenip incelenmediği sorusu kamuoyunu meşgul edecektir. Bir de bu dosyaların tamamına yakınının istinaf incelemesi için Ankara Bölge İdare Mahkemesi'ne götürüleceğini de göz önünde tutarsak bu sürecin adil yargılama açısından doğru işlemediği, işleyemeyeceği tartışmasızdır. Bu durum ülkemizi ileride başka hukuksal problem ve sıkıntılarla karşı karşıya bırakabilir' şeklinde konuştu.
Av. Kerami Gürbüz, 'Yine FETÖ/PDY'ye üyeliği, irtibatı, iltisakı olduğu iddiasıyla haklarında soruşturma açılıp cumhuriyet başsavcılıkları tarafından dava açılmadan 'kovuşturmaya yer olmadığına (takipsizlik)' karar verilen yahut haklarında dava açılıp ağır ceza mahkemelerinden beraat kararı alan ve haklarında verilen kararlar kesinleşen yüzlerce insan halen kamu görevlerine iade edilmemiştir. Cumhuriyet Başsavcılıkları veya Ağır Ceza Mahkemelerinin verdiği kararlar ilgilinin hukuksal durumunda bir değişikliğe neden olmayacak ise yani olumlu bir sonuç doğurmayacak ise yargı kurumlarının kararlarına rağmen vatandaş devlet/idare nezdinde yine de aklanamayacak ise bu durum ülkemizde hukukun üstünlüğünü de tartışılır hale getirir. Bir diğer problem vatandaşın kamu görevlerine kabulünde yaşanmaktadır. Başvurduğu kamu görevi ile ilgili tüm eleme ve sınavları başarıyla geçen şahıs, güvenlik soruşturması sonucunda kan bağı bulunan birinin varlığı nedeniyle kamu görevine kabul edilmemekte ve hatta idari yargı kurumları da bu türden idari işlemleri hukuka uygun bulabilmektedir. Bu türden uygulamalar nedeniyle bırakın ana-babayı, eşi, kardeşi, dayısının, amcasının, kuzeninin bile herhangi bir illegal yapı ile irtibatı bulunduğu iddiasıyla kamu görevine kabul edilmeyen vatandaşlarımız bulunmaktadır. Devletin tüm eylem ve işlemlerinin hukuka uygun olması gerekir. Hukukun en temel evrensel ilkelerinden biri de hiç şüphesiz 'suçta ve cezada şahsilik' ilkesidir. Bu nedenle hiç kimse bir başkasının eyleminden dolayı sorumlu tutulamaz. Kaldı ki, herhangi bir memuriyet açısından akrabalık ilişkilerini güvenlik tehdidi olarak gören devletimizin, 15 Temmuz 2016'da darbeciliği, darbe kalkışması sabit olan bir generalin kardeşini büyükelçi yapması, yine terör örgütü üyeliği nedeniyle yargılananlardan bazılarının en yakınlarının devletin üst düzey makamlarında bulunuyor olması burada çifte standart uygulandığı izlenimini doğurmaktadır. Halbuki hukuk, devletin vatandaşlarının tamamına eşit uygulanmak zorundadır. Yine, FETÖ/PDY örgütünün bir numaralı yöneticisi de dahil olmak üzere en üst düzey yöneticilerinin neredeyse tamamı yurt dışındadır. Emre Uslu gibi örgüt yöneticileri, üyeleri sosyal medya üzerinden adeta milletimizi, devletimizi tahkir ve tahrik eder mahiyette paylaşımlarına devam etmektedirler. Örgütün Zekeriya Öz gibi 'kara kutu' isimleri yurt dışındadır. 15 Temmuz'un 'kilit ismi' Adil Öksüz sır olmuştur. Bunların ve benzerlerinin her halükarda bir türlü derdest edilip Türkiye'ye getirilmeleri ve yargının huzuruna çıkarılmaları gerçekleşmedikçe bu örgütün çökertilmesi mümkün değildir. Buna rağmen ısrarlı bir şekilde bu yapıda, terör örgütü olduğunu bilerek ve bu niyetle değil bilakis bir dini cemaat zannıyla içinde bulunduğunu beyan eden, o malum tanımlama ile örgütün 'ibadet' kısmında yer alan insanlar üzerinden terörle mücadele yapıyor olmak birçok masumun mağdur olmasına yol açmıştır, yol açacaktır. Devletimizin ve yargı kurumlarının yapması gereken 15 Temmuz kalkışmasında bilinçli olarak emir komuta zinciri içerisinde yer alan, bu kalkışmadan bir şekilde önceden haberdar olan, bu kalkışma başarılı olsa idi makam mevki sahibi yapılacak olan yahut bu kalkışmaya başarılı olsun diye bir dua eden ya da alkışlayan her kim ise bu eylemleri tespit edilip ispatlanmak kaydıyla hukuk çerçevesinde en ağır şekilde cezalandırılmalıdırlar. ByLock ve benzeri sistemleri kullananlardan bu sistemleri telefonlarına kimin ya da kimlerin yükleyip yüklettiğini itiraf eden ve bu sistem üzerinden illegal herhangi bir eylem planlaması yapmayan şahıslar sırf telefonlarına ByLock yüklü diye terörist muamelesi görmemelidirler' diye konuştu.
Av. Gürbüz açıklamasını söyle tamamladı:
'Ayrıca, etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanıp bu örgütün çözülmesine, çözümlenmesine katkı sağlayan insanların da bu pişmanlığına güvenilmeli ve buna göre kendilerine yaklaşılmalıdır. Pişman olduğunu izhar etmiş şahıslara da yine de terörist muamelesi yapmak devlete ve yargı kurumlarına olan güveni sarsacaktır. Demokratik hukuk devleti bizim olmazsa olmazımızdır. 80 milyon insanımızın insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik hukuk devleti paydasında buluşmaktan ve bu noktada kenetlenmekten başka çıkış yolu yoktur. Hukuk devletinin işlerliğinin en temel göstergesi bağımsız yargı, bağımsız yargının güvencesi, sigortası ise bağımsız savunmadır. Dolayısıyla başta darbe girişimcilerinin yargılandığı davalar olmak üzere tüm davalarda 'adil yargılanma ilkesi'nden asla taviz verilmemeli, en ağır cezalar dahi hak edenlere adil yargılanma kuralları çerçevesinde verilmelidir.'