Samsunsonhaber köşe yazarı Harun Fırıncı'nın kaleminden: Sivil Siyaset
Demokratik rejimler hakkında söylenecek çok şey var, ancak en temel özelliklerinden biri, iktidarın seçimler yoluyla barışçıl bir şekilde el değiştirmesidir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında çok partili hayata geçişimizden bu yana, askeri darbeler sivil siyasetin önünü kesmiştir. Bu yönüyle ordu, sivil siyasetin karşısında bir engel olarak görülse de, literatürde farklı roller üstlendiği de vurgulanmaktadır. Siyaset bilimi literatüründe, ordunun gelişmekte olan ve Batı dışı ülkelerin siyasi hayatındaki rolü sıklıkla "koruyucu" (caretaker) veya "geçici koruyucu" (temporary caretaker) terimleriyle tanımlanmaktadır.
Pakistan'da Muhammed Eyüp Han ve Mısır'da Cemal Abdülnasır bu gruba dahil edilirken, Türkiye ve Brezilya'da ordunun oynadığı rol de benzer bir şekilde tanımlanmıştır. Batı dışı toplumlarda, siyasi kurumların zayıf olduğu ve siyasi elitlerin belirleyici aktörler haline geldiği yerlerde, ordu genellikle birleştirici bir unsur olarak işlev görmüştür. Milliyetçilik düzeyinin düşük olduğu ülkelerde ise ordu, toplumsal bütünleşmeyi sağlamak adına 'milletleştirme' rolü üstlenmiştir.
Bazı durumlarda ordunun, yolsuzluk, nepotizm ve kötü yönetim suçlamalarından uzak, nispeten temiz bir liderlik sunduğu görülmüştür. Ancak en önemli işlevlerinden biri, toplumun diğer kesimlerinin ya sağlayamadığı ya da sağlamaya istekli olmadığı siyasi istikrar ve reform süreçlerinde bir denge unsuru olarak hareket etmesidir. Türkiye'de ordu, sivil siyasete müdahale etmekle birlikte, siyasi elitler karşısında çoğu zaman dengeleyici bir rol de üstlenmiştir. Zaten siyaset bilimi literatüründe, ordu gibi aktörler 'veto oyuncusu' (veto player) olarak tanımlanmaktadır.
Ancak Türkiye'de ordu, Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde ulusal siyasette oynadığı veto oyuncusu rolünü kaybetmiştir. Demokrasilerde denge ve denetleme mekanizmaları bulunur. Montesquieu'nün ifadesiyle, yasama, yürütme ve yargı üç ayrı güçtür ve "güç, gücü durdurur" ilkesi işler. Weber ise modern devlet bürokrasisini yasal-ussal bir aygıt olduğununun altını çizmiştir. Aynı zamanda devletin meşru şiddet tekeline sahip olduğu belirtmiştir. Ancak siyaset bilimciler devlet gücünün yalnızca şiddet tekeline dayanmadığını, aynı zamanda rıza üretiminin de gerekli olduğunu belirtir. Bu rızanın temel kaynağı ise seçimlerdir.
Çok partili hayata geçtiğimizden bu yana ordu, darbelerle sivil siyasetin önünü kesmiştir. Ancak ilk kez, sivil siyasetin bir başka sivil siyasetçiyi mahkum ederek seçme ve seçilme hakkını elinden aldığına tanıklık ediyoruz. Bundan zararlı çıkacak olan ise, her zamanki gibi, Türk milletidir.
Türkiye'nin önemli siyaset bilimcilerinden, benim de hocam olan Cemil Oktay, "Türkiye'de hapisten saraya giden bir yol vardır." diyordu. Bu yeni durumda geçerli olacak mı bilmiyorum. Cioran "Yaşlılık, yaşamanın cezasıdır" diyordu. Yaşlananlar görecek.