'Memleketimden Manzaralar'
Yazıları ilgiyle okunup takip edilen köşe yazarımız Harun Fırıncı 'Memleketimden Manzaralar' başlıklı yeni yazısını samsun son haber okuyucuları için kaleme aldı
Memleketimden Manzaralar
Köyden Çarşamba'ya gelirken yolda dur diye işaret eden Hacıbey amcayı arabaya alıp merkeze getirdim. Yolculuk boyunca sohbet etme fırsatımız oldu. Eşi yürüyemediği için ihtiyaçlarını o karşılıyormuş. Birisi şarjlı tekerlekli sandalye vermiş onunla şehir merkezine getirip götürüyor hasta eşini ama tekerlekli sandalye olduğu için çok yavaş gidiyorlar. Gelip geçerken ben de görüyorum. Yan yana sıkış tıkış oturuyorlar. Soğuk havada ne kadar zor olduğunu tahmin edersiniz herhalde. Belediyeden yardım talep etmiş; adına bir dosya da açmışlar.
Belediye başkanı değişince, başkan değişti senin iş olmaz demişler. Güleç bir adam yine de isyan etmiyor. Babanlara da çok çalıştım sizi severim dedi sağolsun. Durumum yok fazlasına gücüm yetmiyor dedi ve ekledi: İnsan insanı ezmeye gelmedi bu dünyaya, yaşayıp zamanı gelince gideceğiz bu dünyadan... Ayrılırken kendisini arabaya aldığım için teşekkür etti. Benimle ilgilendin çok sağol dedi. Halbuki hiçbir şey yapmadım onun için.
Sonra bizim iş yerinin önündeki çöpü karıştırıp şişeleri toplayan süfli dertlerimden ötürü kendimden utanmama neden olan yaşı kadın. Deli olduğunu söylüyorlar. Belediyeye söylemişler ama kimse bir şey yapmamış. İki tane çuvala benzer torba var elinde çöpte işe yarar bir şey bulunca torbasına dolduruyor. İkisi dolduğunda önce birisini çekip ileriye bırakıyor. Zar zor yürüdüğünden ikisini aynı anda çekmeye gücü yetmiyor. Sonra geriye dönüp diğerini alıp yerde sürüklüyerek ileriye taşıyor. Bunları satıp parasını eve götürüyormuş. Bu parayı torununun elinden aldığını söyleyenler de var. Bilmiyorum.
Sonra torununa köfte ekmek alamadığından içli içli ağlayan, hıçkırıktan sesi içine kaçıp derdini anlatamayan yaşlı kadının videosunu gördüm. İçim sızladı gözüme yaşlar doldu. Sanki mitolojideki Prometheus'un karaciğerinden parça koparan kartal, benim ciğerimi dişlemiş gibi canım yandı. Tüm bunlar olurken devlet ricalinin ise gündemi başka. İktidarıyla muhalefetiyle tam bir örgütlü riyakarlık örneği sergiliyor adeta Hacivat Karagöz oyunu oynuyorlar. Toplumun gerçekliğine yabancılaşmışlar desek isimlerinin önüne ''sayın'' ibaresini koymamız gereken devletlülerimizin halini anlatmış olur muyuz? Sanmam. Bu çok sayın insanlar söndükçe yeniden harlanan bir iktidar ateşiyle yanıp tutuşurken, mehter takımı misali bir adım ileri iki adım geri giden ülkeyi dönderip dolaştırıp aynı yerine getirdiler.
Ancak bizimde burada hatamız yok değil. Bir insanı sadece severek canavarlaştıracağımızı öğrenemedik. Siyasette seçimin iyiyle kötü arasında değil, kötüyle daha kötü arasında olduğunu anlayamadık. Siyasetçileri çok sevip bazen de onlardan nefret ettik. Siyasi partilere performansa göre oy vermemiz gerektiğini anlayamadık. İşte bu yüzden seçimler hep bir kimlik sayımına ya da amiyane tabirle kelle sayma mekanizmasına dönüştü. Kaç tane dindar, kaç tane seküler, kaç tane milliyetçi vesaire vesaire. İnsanca yaşamak için sahip olmamız gereken sistemin bedelini ödemedik. İşte bu yüzden, Türkiye'nin önemli Siyaset Bilimcilerinden Cemil Oktay: ''Türkler dünyanın en pahalı sistemini ölü eşek fiyatına satın almaya çalışan bir millet'' diyor.
Bugün ele avuca sığdıramayacağımız, yere göğe koyamayacağımız devlet ricalinin Anayasa tartışmaları da bu yönüyle diğerlerinden farklı değil. 1789 Büyük Fransız Devrimi sonrasında ortaya çıkan Anayasacılık Hareketi (movement constitutionnel) bir halk hareketinin ürünüdür. Anayasalar bir yandan devlet kurumlarının işlevini tanımlarken diğer yandan birey hak ve özgürlüklerini devlet iktidarı karşısında garanti altına alan belgelerdir. Başka bir ifadeyle halk egemene anayasal sınırlarını çizmiştir. Bizim tarihimizde ise Tanzimatla başlayan Anayasacılık hareketi Büyük Reşit Paşa'nın Fransa'da Louis Philippe'in liberal yönetiminden ve İngiltere'deki seçim reformlarından etkilenerek imparatorluğu reforme etme amacıyla yapılmıştır. Hem Osmanlı son dönemindeki hem de Cumhuriyet dönemi Anayasaları elitler eliyle yapılmış ve yine onlar ''gerekli gördüğünde'' ilga edilmiş ve yenisi yapılmıştır. İşte bu yüzden bizde işler kurala uymadığında, işleri değiştirmeyiz. Kuralı değiştirir ya da tümden ortadan kaldırırız. Biz her kusura bir yol bulup kara kaplı kitaba uydururuz. Hacıbey amcanın da dediği gibi yeter ki adamın olsun?